Quantcast
Channel: Lavinya Oz
Viewing all 207 articles
Browse latest View live

“HEFTMURG” 2. SAYISI ÇIKTI!

$
0
0

 

 

 

 

YENİ EDEBİYAT DERGİSİ “HEFTMURG” 2. SAYISINI DA ÇIKARTTI. GENÇ KALEMLERİ TEŞVİK EDELİM, DESTEK OLALIM, PAYLAŞALIM, EDİNELİM CEVHERLERİMİZİ KALEME KAĞIDA KÜSTÜRMEYELİM. RİCAMIZDIR…

 

 

 

 

 

Ulaşabileceğiniz Adresler

Adana : Soner Koca – 0506 773 43 93

Mersin/Merkez : Oğuz Yılmazer – 0507 944 05 75

Mersin/Erdemli : Celaleddin Ataş – 0539 749 03 10

Ankara/ Ankara Üniversitesi : Zafer Baysal – 0538 437 03 28

Ankara/ ODTÜ : Ömer Faruk Kara – 0537 780 42 48

İskenderun : Furkan Bilgin – 0530 037 27 06

Kahramanmaraş : Hatice Koca – 0541 591 24 58

Niğde : Selim Timur Türk – 0544 324 65 51

Osmaniye : Abdullah Bozkuş – 0544 606 50 81

Malatya : Levent Nacar – 0537 739 51 53


Nallarıma Çıkma

$
0
0

Bana bir at ısmarla,
Yoksa sana karşı tay beslemek zorunda kalacağım.
Ve eminim ki yanaklarımdan nallar dökülecek;
Sanıldığı gibi şans da getirmeyecek,
Şansa imanım olmadığından belki de.

Beni Allah’a ısmarla,
Yoksa seni şeytanla beslemek zorunda kalacağım.
Ve eminim ki dünya daha kötü bir yer olamayacak;
Dünya bu, hayat değil…
Dünyaya imanım olmadığından belki de.

Aman Allah’ım!
Çocuk olduğumuzun ne kadar farkındaysak
O kadar olgunmuşuz meğer!
Ve hala seviyorumdur,
Mızıkçılığa devam ediyorsam eğer…

MÜSTERİHİM MORALİM SIFIR

$
0
0

Müsterihim, rahatım ama moralim sıfır. ‘Berhudar olmak’ ya da ‘bertaraf olmak’ işte bütün mesele bu… Kimse tüketmesin nefesini, dağıtmayacağım kederimi. Çünkü bir çekincem, iki soru işaretim var. ‘A’dan ‘Z’ye karşıyım. Bu interaktif bir durum. Atama asla söz konusu değil. Öyle olsa, tayini olur, terfisi olur. Sonuç olarak, bu memleket meselesi, ayakkabı köselesi değil. Hepimiz kardeşiz, amcaoğlu falan zannedilmesin. Ekip güzel, hava güzel, deniz güzel, ortam samimi… Çaylı, kahveli önemli ziyaretlerde bulunuyoruz. Halkın nabzını tutuyoruz, “Şükret haline, çarpılırsın valla” diyoruz. Ayrıca tesisat yeterli mi, bakıyoruz. Koyun, karpuz falan kesiyorlar, bize. Kahve içip sallıyoruz, sonra memleketin falına bakıyoruz. Boğaza karşı oturmuyoruz, araziye yayılıyoruz. Bu nedenle, oturduğumuz yerden değil, yattığımız yerden yazıyoruz. Oysa bize yazılı veya sözlü bir mesaj verilmedi. O halde, ağzımıza geleni söyleme hakkımız var. O var, bu var fakat ince bir fikrimiz yok. Dolayısıyla, fikir alışverişinde bulunamıyoruz. Herkes aklını ortaya koyuyor, çok güzel ortak akıl oluyor. Güzelliği şurada, ortadan lazım olduğu kadar alıyoruz…

‘Siz akıllı adamsınız’ dedikleri için işimizi gücümüzü bırakıp geldik buraya. Hava alsın diye gönül penceremizi sonuna kadar açtık. Derdimiz, milletin ateşini söndürmek. Haliyle su döküyoruz, bu kez sulanıyor proje. Kırmızı çizgilerimiz pembeleşiyor. Oysa kimseyle su problemimiz yok. Modacı Zeynep Tunuslu, Tunus’un neresinden? Sosyetik güzel İvana Sert, neden sert? Haydar Dümen, ne dümen çeviriyor? Bunları canlı müzik eşliğinde araştıracağız. Nerede bir arıza, sıkıntı varsa giderilecek. Motorun yağına, suyuna bakılacak. Not alacağız, not vereceğiz. Trafik müfettişiyiz sanki. Doğal olarak insanlara, “Korkmayın bir şey olmayacak, acımayacak!” demek zorundayız. Sonra bunları rapor haline getirip, ilgililere götüreceğiz. İlgililer ilgilenmezse, bizi hiç ilgilendirmez. Zaten kimseyi ikna gibi bir derdimiz yok. İsteyen inanır, istemeyen Kadir İnanır. Onların yaptıkları ortada, bizim yaptıklarımız kenarda. Olmaz böyle! Biz aslında postacılık yapıyoruz. Mektupların puluna dilimizi asla değdirmiyoruz. Yani işin teknik kısmında değiliz. Sözle, temasla, diyalogla tahrik olmamız mümkün değil. Eğer öyle olsaydı, ben şöyle bir şeye vallahi girmezdim.

Gidişat iyi… Ancak bizi öpenlerin sayısı yeterli değil. Ayrıca tabandan gelen aşırı destek yüzünden gıdıklanıyoruz. Bu arada, bizden iş ve aş istenmesini gayri ciddi görüyorum. Çünkü biz insanların sesini dinlemek istiyoruz. Yanık seslere gazoz ısmarlıyoruz. Bir anlamda, Orhan Baba’nın yapamadığını yapıyoruz. Elimizi taşın altına koyduk, ayağımız boşta kaldı. Milletçe önümüzün aydınlanması amacıyla el feneri tutuyoruz. Karanlık bir nokta olmasın. Her şey şeffaf olmalı görüşünden hareketle, gayet ince giyiniyoruz. İsterseniz bakın, içimiz dışımızdan güzel bizim…

000- CİNNET götürtme hattı!

$
0
0

Bunca senedir doğru bildiğim şeyin meğer yanlış olduğunu öğrendim:

“”Cinnet Geçirmek değilmiş” , “Cinnet GETİRMEK” miş.

!!!

Peki bu cinnet nereden getirtiliyor?

Götürtülebilecek bir yer var mı?

ve

Ülkemizde bolca miktarda mevcut olan bu cinnet için, niçin ithali bir deyiş uygulanmakta? (GE-TİR-MEK)

Bu deyişi TDK da arayınca “Delilik” olarak basit ve tek parça bir karşılık görüyorum. Yani “delilik getirdi” olarak kullanınca da çok anlamsız geliyor kulağıma. “halk arasında bilinen adıyla” tamlamasına her daim daha yakın oldum ben :) halk arasındaki anlamı “dellendi” dir filan densin. Gayet samimi ve anlamlı oldu şimdi.

Evet sözlüklerde “Dellendi” densin.

Halk günlerinde marketlere “Cinnet getirdiniz mi “diye sorulsun.

İçkili lokanta ve barların camlarına “Lütfen yanınızda cinnet  getirmeyin” yazılsın.

Tiyatro ve sinema salonlarının girişinde insanlar “Cinnetinizi kapıdaki görevli arkadaşa teslim ediniz” diye uyarılsın.

Otobüs ve uçaklarda “Kalkışa geçiyoruz lütfen cinnetinizi kapatınız” diye hatırlatma yapılsın.

 

 

 

Tv programları içerik sembollerinin içine “CİNNET GETİRİR” sembolü de eklensin.

Gözlük firmaları “cinnet geçirmez” pembe gözlükler üretsin.

Çocuklarına kızan anneler “Bana bak cennet de cinnet de ayağımın altında, getirme beni oraya” filan desin.

“Cinnet Ölçer” aygıtlar icat edilsin, direksiyon başındakilerin cinneti ölçülsün, sınırı geçenlerin Cüz-i Ehliyetine el konsun.

Ekranlardaki kamu spotlarına şöyle spot ışıklarla “ÇOCUKLARINIZIN YANINDA CİNNET GETİRMEK ZARAR VERİR” sloganı eklenip, cinnet götürtme hattı kurulsun.

ve sonra gündem hep bu olsun;

bunu fırsat bilen hacılar hocalar devreye girip “bir nefesimiz yeter cinnetten eser kalmaz” diye iddia etsinler, iş büyüsün;

“Cinnet götürücü hocalar” ile “Cinnet çıkarıcı papazlar” karşı karşıya gelip siyaset meydanında kapışsın!

Hatta program çok tutulunca bir sonraki programa:

“Eşşek hoşaftan ne anlar” cılar ile

“Eşşek hoş laftan ne anlar” cılar kozlarını paylaşsın.

Ey cinnet!

Geldisen…

GET… GET… GET…

LAVİNYA ÖZ. KARİKATÜRLERİ/ 49

tERS yÜZ

$
0
0
Kaçıncı düşünce sızısını susturmakla, azad etmek arası gelgitim.

Kaçıncı damlayla kaçak oldu hangi düş?

Yamalı umutlar kaç kez ters yüz edilir ki?…

SUÇSUZ

$
0
0


*
Sırtının eğiminden süzülüp
Öyle yüzüme vurur rüzgar
Boynunda bahçe kokusu
*
Ben
Yani o dizine tüneyen yorgunluk
*
Kıyıda ayağının ucunu
Susup izlerken buldum seni
Yüzünde akşamüstü güneşinin pası
Denizde arkasına bakmadan giden gemi
*
Çiçekler
Adını söylemez
Sadece utanırlar
Güzelliklerinden
*
Artıktır dünya bize
Saat yanımızda işlemez
Sokaklar bir çocuk kadar yalancı
Yıldızlar dilimizi bilmez
*
Bulur kendine
Saklanacak bir yer
Kaybolmaz
Çocukluk
*
Mahsusçuktan elimi tut
*
Sokağa çıktı devrim
O güzel uğultusuyla
Yeni bir dünya kursun diye
Taptaze ellerin

DÜŞÜN SESİ…

$
0
0

Bir kırık kalemin ucunda ruhunu azan edenim ben.

Avuçlarında yürek dolusu virgüllerle
sonsuz öyküler yazabilmek için
inadına çocuk kalabilme düşüyüm ben.
Masalcı rüzgarların peşine takılıp
kendi düşünün izini süren bir düşüm ben.

Evvel zaman içinde;
kelimelerin tennuresini giymiş
semah eden semazendim…

Şimdinin girdabında,
dilinin lalını sol yanının coşkun ritmiyle
yeniden aşka getirmeye çalışan bir toyum…

Bir varım, bir yokum.
Varlıkla yokluk arasında göçebeyim.

Şimdi sığınıp bir çınar altına
yüreğinin bam telini dinleyen bir pervaneyim…


… ISLIK…

$
0
0

Yarım kalan işler (düşler)…

Sebepsiz görünümlü, çoktan seçmeli sebepli dalışlar…

Denilecek çok sözün olduğu yerde, susuşlar…

Sözün bittiği yerde ıslık başlar…

 

 

Ham Gözyaşı

$
0
0

Ardına ataçlar döken
Emrivakileri duydur.
Yaşam için henüz erken,
Ölmeye bahane uydur.

Ölmeye bahane uydur;
En sevdiğim, ölümlerdi.
Artık sevmek kötü huydur,
Sevdiğimi bilselerdi…

Sevdiğimi bilselerdi,
Kütükleri sündürürdük.
Köklerini salsalardı,
Biz dallarına yürürdük.

Biz dallarına yürürdük;
Kışlar, oldukça çetindi.
Gerçeği hafifçe gördük,
Soluma ağır gül indi.

Soluma ağır gül indi,
En son yumrukların kaldı.
Diken battı, kokun sindi;
Kan, hamd-ü senâya daldı.

Kan, hamd-ü senâya daldı,
Kokusu havada nârın.
Tasvirin bilmem nasıldı;
Gözlerin, bir otu yârın.

Gözlerin, bir otu yârın
Ve kürek kadar savurgan.
Ya kuyuma ip saçların
Ya da dallarıma urgan.

Ya da dallarıma urgan;
Topladığım, meyve diye.
As ya da ye; kardan, buzdan
Gözyaşların olsam bile.

Gözyaşların olsam bile
Hiç gözünden düşmeyeyim.
Kader mecnunluksa, çöle
Ben ne mümkün düşmeyeyim?

ÜTOPYA E- DERGİ 49. SAYI KAPAĞI

KONUK YAZAR: Vedat Özdemiroğlu ile söyleşi

$
0
0

 

Halk arasında “kelime oyunu”  ismini verdiğimiz oyunun kartlarını çok iyi kullanan bir kalem olarak bu işte iyi oluşunuzu neye bağlıyorsunuz, sivri zekânıza mı yoksa kelime hazinenizin bolluğuna mı?

Türkçe’nin mizaha uygunluğuyla birlikte, kelime haznem ve hece bilgim de bu oyunları iyi yapmamı sağlıyor… Zekâm o kadar da sivri değil, sadece hayatta kalmama yarıyor…

Yazılarınızda Türkçeyi kullanımınız takdire şayan(bu konuda bir Fırat Budacı’ yı bir de sizi bilirim). Bizim dergimizin de ilkelerinden biridir bu. Bir yazınızda “Kendi anadiline bu kadar yabancılaşan başkasının anadiline nasıl karışabilir” demiştiniz. Canım yerine “cnm”, tamam yerine “o.k” , kendine iyi bak yerine “kib” ve benzeri kullanımlarla karşılaştığınızda ne düşünüyorsunuz?

Yozlaşmış dil, beni sinirlendiriyor çünkü ruh yozlaşmasının yansıması bu. Çok şükür, yaşama alanım içinde çok örneği yok… Öte yandan, mizahçı olarak her durumu sakin      karşılamak ve malzemeye çevirmek de gerekli…

 

 

Bir röportajınızda tv programı yapmanın zorluğundan bahsetmiştiniz. Yazmak ve program yapmak; sanki kitaptan uyarlama filmler gibi mi? Kitabı okurken kafanızda yarattığınız atmosfer tuzla buz mu oldu filmini seyredince?

Yazmadaki zevk, televizyon işlerinde yok. Benim programım, rutin talk show’lardan farklıydı, ‘Bebek Kafası’ tadını mümkün olduğunca taşıdım stüdyoya. İçerik olarak içim rahat, orjinal iş yaptım. Teknik olarak çok zorlu, yorucu. Yaparım amma şartlarım var!

Bir de “sürmenaj” isminde bir program düşünmüştünüz halen projelerinizin arasında mı?

Bir kanalla görüştüm Sürmenaj’ı, olmadı. Şimdi yapsam, adı farklı olur büyük ihtimalle…

En son “80 dakikada cümle âlem” isimli gösterinizi duydum izlemeyi çok isteyip de izleyemediğim bir gösterinizdi peki sırada var mı “Satır arasında 20.000 kelam” :) ya da benzeri isimde bir gösteri?

Gösterilere ara verdim, elimde bir oyun var…

 

 

 

 

 

 

Vedat abi(mahsuru yoksa eğer), yaklaşık 8 sene kadar evvel Oğuz Aral anısına “SON GIRGIR” isimli bir dergi yayınlandı siz de o tek sayılık kadroda varsınız :)  Bu yazınızı hatırladınız mı? “MUHARRİR VEDAT”

Şimdi soru şu; bir “YAZAR”; sizce hangi vasıflarıyla, Türkçe’ nin 1. Tekil şahsının geniş zamanlı çekiminden çıkarak özne olur?

Muharrir ya da yazar olunmaz, o ruhla doğulur. Yazarın kağıt ve kalemi vardır, ne zaman çırak, ne zaman usta olduğunun kararı kağıt ve kalemdedir. ‘Ben oldum’ denemez. Ben sadece yazar oldum, ustalık geniş zaman konusu…

 

 

 

 

 

O sayıyı hatırlamadınızsa(ki mümkün değil :) ) size iki görsel daha:

 

 

 

Burada yanınızda Allah gani gani rahmet eylesin Eflatun Nuri hocayı görüyorum, kendisi 1996 senesinde ben Gırgır da yazarken elimden tutan kişiydi, tesadüfen mi yanyana oturdunuz yoksa yakın mıydınız varsa bir anınız duymak isteriz.

Rahmetli Eflatun abi, büyük bir mizah ve yaşam ustasıydı. Öküz’de yazıları tam sayfaya uzun gelirdi, ben kısaltmak zorunda kalırdım, harf harf, virgül virgül okurdum. Her seferinde ‘Orjinalinden daha güzel olmuş’ derdi, mahcubiyetimi anlardı. Klas bir ustaydı…

Bu resimdekileri okuyucular olarak gayet iyi tanıyoruz ben size şu resimdekilerin listesini sorabilir miyim? :)

Bu  fotoğraf çekilirken, Gırgır okuru bir çocuktum ben. Tabii ki birçoğunu tanıyorum fakat tanımadıklarıma ayıp olur diye hiç isme girmiyorum. Hepsini tanıyan illa ki vardır…

 

 

 

Tahminimce ismini dergide sabahlama geleneğinden aldığı UYKUSUZ da olmaktan elbette memnunsunuz şu “sabahlama” olayından bahsetseniz biraz amatör yazar ve çizerler için çok imrendirici bir durum :) neler yapılıyor mesela sabaha kadar?

Çok oldu ben dergilerde sabahlamayalı. Ama amatör mizahçı için ne kadar çekici bir durum olduğunu bilirim. Sabahlama, rutin bir süreç değüldür, o yüzden şöyle olur denmez, her sabahlamanın ayrı kafası var…

 

 

 

 

Amerikan esprisi ile Türk esprisi arasındaki 7 fark desek?

E ama siz beni çalıştıracaksınız ciddi ciddi! Tek fark yazayım, Türk esprisi sıcak pideyse, Amerikan esprisi soğuk sandviçtir…

Peki; şuracıkta hemen doğaçlama istesem sizden, gündemden “Ne bitsin?”

(içimden bir ses “bu söyleşi bitsin” diyeceksiniz diyor :)   )

‘Sizden öğrenecek değiliz’ bitsin!

Bir dönem Uykusuz’ da “VÖSYM” sorularınız yayınlandı severek takip ettiğim. Hatta annemin kardeşime “aferin valla bak mizah dergileri de el attı sınav soruları veriyor, çalış kızım çalış” diyerek takdir ettiği :) ben sizin için bir soru hazırlayıp şıkların karşılıklarını size bıraktım:

SORU:

Kanka, oğlum, hocam, annem ve şimdilerde hacı olarak devam etmekte olan lakapları kullanmaya duyulan ihtiyacın sebebi nedir?

      a) Lakap kullanmak biyolojik ihtiyaçtır

     b) Lakap kullanmak ruhsal itiyaçtır

     c) Lakap kullanmak sosyal ihtiyaçtır

     d) Lakap kullanmak en eski sosyal medyadır

     e) Hepbiri!

Ve biri çıkıp da size “HACI da eskidi artık, lütfen yeni bir lakap siz bulun derhal sözlüğe yerleştirelim” dese o lakap ne olurdu?

Hafız! ‘Ajan’ da var. Bi de ‘Moruk’, hiç eskimez…

Ufuktaki projeleriniz desek?

Kitaplar var, hazırlığını yaptığım, iki adet. Yayınlamış uzun ve kısa yazılarımı toparlıyorum. Bir de dediğim gibi, oyun yazma sürecindeyim…

Son olarak rutin anket sorularımızı da soralım BİTSİN! :)

En son okuduğunuz kitap?

En son sinemada izlediğiniz film?

En çok beğendiğiniz yazar ve çizerler?

Abonesi olduğunuz dergiler?

Son okuduğum kitap, Orhan Pamuk’un ‘Saf ve Düşünceli Romancı’ adlı kitabı. Son okuduğum roman, Murat Menteş’in ‘Ruhi Mücerret’i. Şu an elimde Yaşar Kemal’in ‘Kimsecik’ üçlemesinin sonuncusu ‘Kanın Sesi’ var, 190. sayfadayım!

Sinemada en son ‘Uğultulu Tepeler’i izledim. Çok beğendiğim yazar ve çizer var. Engin Ergönültaş (Minare Gölgesi) bunların başında gelir. Abonesi olduğum dergi yok, Uykusuz okumayı seviyorum ama izninizle abone değilim…

 

 

Tüm Ütopyalılar adına teşekkür ederim.

Sevgiler… Saygılar…

Ütopya e- dergi e-ditörü 

 Lavinya Öz.

 

 

 Ütopyalılar’a benden de sevgiler, hemşeri sayılırız…

İŞTE KAZANANLAR!

$
0
0

 

Finansman ürünü olarak tasarlanan parfümlerimizden, 5′ er cc lik, 2 bay, 2 bayan olarak gönderilecektir. Kazanan üyelerimize kazandıklarını bildiren bir mail gönderip adres ve telefon bilgilerini isteyeceğiz 10 gün içinde geri dönüş olmazsa hak yedek olarak seçilen üyelere devredecektir.

 

ASİL KAZANANLAR

1. thepire

2. Julianjzso

3. felipeguerrero3763

4. frkklc

5. LorraineClimpso

YEDEK KAZANANLAR

1. eloisaRO8rw

2. jeremy9590

3. dilek yaka.

4.ergun

5. Automytecrect

TERİK EDİYORUZ…

Harakiri / Seppuku (1962)

$
0
0

1962 yılı Masaki Kobayashi filmi Seppuku, Türkçe adıyla Harakiri, insanoğlunun kendi yarattığı soyut/somut putlar altında nasıl ezildiğini, kendi elinden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmediğini anlatan uzun; ama sabırlı sinefillere çok güzel bir seyirlik zevki sunan sade bir Japon filmi.

17 yy’da  Japonya’da savaşlar bitmiş, ortalık sakinleşmiş; “Bin atlı akınlarda kodakara* gibi şendik”  methiyeleri düzülen samuraylar işsiz kalmıştır. Savaşmaktan, kılıç kalkan kullanmaktan gayrısına akılları kesmeyen, elleri varamayan samuraylar için yaşam giderek zorlaşmaktadır. Varlıklarını herhangi bir işe yaramadıktan sonra lüzümsuz gören samuraylar arasında harakirinin yaygınlaştığı görülmeye başlanır, kendilerini boş bir yaşamdansa onurlu bir ölüme layık gören roninler, zamanın beylerine başvurup izinleri ve tanıklıkları altında harakiri yapmak isterler. Bu söylentilerin beraberinde bazı beylerin harakiriye izin vermek yerine ki bu çeşit bir öldürme biçimi özel ritüeller gerektirmektedir, kapılarına gelen bu perişan haldeki samurayların ellerine biraz para verip gönderdikleri söylentileri de yayılır.

Filmimizin nokta atışı da işte bu söylentiler üzerine kurulur. Kapısına gelen ve harakiri için izin isteyen bir samurayın gerçekten onurlu bir ölüm mü yoksa para mı istediğinden şüphelenen, para vermesi halinde bunun kartopu gibi büyüyüp işsiz samurayların ekmek kapısı olacağından endişelenen bir bey, karşısındaki samuraya daha önce kendisine başvuran bir samurayın isteğinde samimi olup olmadığını nasıl sınadığının hikayesini anlatır, sonra olaylar gelişir demek isterdim ama aslında biz olayların nasıl başladığına geri döneriz.

Günümüz şartlarıyla değerlendirildiğinde hem bizim için hem de sanırım günümüz Japon insanı için bile aşırı bir “onur” meselesiyle dolu film, çekildiği zamana göre ezberleri bozan, sol kulağı  baş üzerinden sağ elle gösteren bir özelliğe sahip. Dönemin sosyal ve politik yaşamına göndermelerinin yanında  samuraylık müessesesinin putlarını kırdığı için de cesur bir film Harakiri / Seppuku. “Onur” ve “vicdan”ı yanyana getirip insanın vicdan’a karşı teraziden nasıl şaştığının, şirazeden nasıl çıktığının da altını çiziyor.

İnsan bu filmi izledikten sonra düşünmeden edemiyor tabii, acaba biz ademoğulları, hayatımızda daha neler neler kurgulayıp inşa ettik de sonra onları olmazsa olmaz, vazgeçilmez belleyip kolonları, sütünları arasında kaldık da ezildik/eziliyoruz?

Hem bunu  düşüneduralım hem de güzel filmlerden mahrum kalmayalım, kalanları uyaralım.

 

*çocuklar

Harakiri / Seppuku

imdb sayfası: http://www.imdb.com/title/tt0056058/

 

 

 

 

 

 

Sır Dağı

$
0
0

Yüzümü ılık suyla yıkadıktan sonra aynaya bakıyorum nihayet. Gözlerime bakıyorum önce. Göz göze geliyoruz. Sonra burnuma, ağzıma ve yer yer beyazlamış saçlarıma takılıyor gözüm. (Yaşlanıyoruz cancağazım) İçimden bir türkü söylüyorum. Yanık bir türkü. (Muhakkak içinde ”turnalar” ya da ”ılgıt ılgıt esen seher yeli” geçiyor) Gülümsemeye çalışıyorum. Zor da olsa başarıyorum. (Son iki yıldır o kadar çok çalışıyorum, öyle çok koşturuyorum ki, aynada kendime şöyle bakmayı bile unutmuşum) Zayıflamışım sanki son aylarda. Yüzümde çizgiler belirmeye başlamış. Bağıramadıkça, içime attıkça, beyazlarım ve çizgilerim artmış.

Bazen beni kimsenin anlamadığını düşünüp daralıyorum. Oysa herkes biliyor nasıl bir yoğunluğun içerisinde debelendiğimi. Sıkıntı-stres hat safhada. İşte tüm bunlar yüzüme de yansıyor haliyle. Böyle zamanlarda güzel şeyler düşünmeye çalışıyorum. İleride herşey çok güzel olacak diyorum. İstediğim yerde olacağım. Pek çok şeyi başarmış olacağım. (Hani ‘zafere giden yolda çekilen çile kutsaldı‘) Oysa bu hengamede o ”istediğim yere” varmak için çalışamadığımın, doğru adımları atamadığımın farkında değilim. Nihayet farkına varınca da bir boşvermişlik sarıyor bünyemi. Daha çok sıkılıyorum. Sanki büyük bir makinanın içindeyim. (Hayat belki de) Bu makinanın dişlileri arasında sıkışıp kalmışım. Tezat şu ki; makina kati suretle bozulmuyor. Bana rağmen dönmeye, işlemeye devam ediyor. Diğer dişlilerin arasında da pek çok insanlar var. Onlar da sıkışmışlar, debelenip duruyorlar. Makinanın başka kısımlarında da insanlar var. Onlar rahat görünüyorlar. Dertsiz, tasasız gibiler. Acaba öyle mi? Hakikaten şu hayatta dertsiz, tasasız insan bulmak mümkün mü? Sanırım hayır. Bana dertsiz gibi görünüyorlar. Bazen gıpta ediyorum onlara. İnsanım çünkü. Unutuyorum ki onlar da insan ve dertsiz bir insanoğlu yok. Bununla ilgili şöyle bir hikaye beliriyor dimağımda. (Masal belki de…)

”Vakti zamanında köyün birinde bir adam yaşarmış. Bu adam çok dertliymiş. Ne yapsa dertlerine çare bulamıyormuş. Köydeki herkesten akıllar alıyor, bir de bunları uyguluyormuş. Ama dertleri bir türlü azalmıyormuş. Köyün ileri gelenleri de bu duruma üzülüyorlarmış. Sonunda adamı kasabaya yollamaya karar vermişler. Oranın ileri gelenlerine danışırsa belki onlar yardımcı olabilir diye. Adam yola koyulmuş ve günler sonra kasabaya varmış. İleri gelenlerin meclisini bulmuş. Yeterince dinlenip, karınını doyurduktan sonra onlara dertlerinden bahsetmiş. Adamın dertlerine onlar da bir çare bulamamışlar. Ama içlerinden en yaşlı olanı ortaya bir fikir atmış. Uzaklarda sır dağının tepesinde bir mağarada bir ihtiyarın yaşadığını, bu adamın dersiz-tasasız olarak bilindiğinden bahsetmiş ve ona gitmesini tembihlemiş. Belki ona giderse detlerinden nasıl kurtulabildiğini öğrenebilirmiş. Bizim adam yanına yeteri kadar yiyecek ve su aldıktan sonra tekrar yola koyulmuş. Sır dağına varmak da çıkmak da kolay değilmiş. Adam çıkana kadar yorulmuş, üşümüş, hasta olmuş, iyileşmiş, mevsimler dönmüş, nice yıldızlar sönmüş. Sonunda adam bir ilkbahar sabahı sır dağının tepesindeki mağaraya ulaşmış. Mağara karanlık olduğundan hemen oracıkta bir ateş yakmış. Bahsedilen ihtiyarın mağarının bir köşesinde oturduğunu farketmiş. Hemen yanına koşmuş. Fakat ihtiyarın ölmüş olduğunu anlamış. İhtiyar elinde bir defter turmaktaymış. Defterin tozlarını silkeleyip başlamış okumaya. Okudukça üzülmüş. Üzüldükçe ağlamış. Defterde sonlara yaklaştıkça ihtiyarın bu dağa neden geldiğini anlamış. Onun amacı da dertlerinden kurtulmakmış. Okumaya devam etmiş. Sonlara doğru bu sır dağı macerasında güzel günler geçirdiğinden ve artık şu dertli ömründe sona yaklaştığından bahsediyormuş. İhtiyar öleceğini biliyormuş. Son sayfada ise şöyle yazıyormuş. ”Şu ömrümde nice yerler dolaştım, nice insanlar tanıdım. En dertli kendimi bilirdim. Ama şu son dakikalarımda anlamak nasip oldu ki dertsiz insanoğlu yok. Derdi veren dermanı da veriyor. Ben dermanı yanlış diyarlarda aramışım. Aslında derman dualarımda gizliymiş. Derman duaymış, imanmış…” 

Yazının bundan sonrası okunmuyormuş. Buradan sonra ihtiyarın son nefesini verdiğini anlamış. Adam mağaradan çıkıp manzarayı seyre dalmış. Nice nice şehirler, kasabalar, köyler görünüyormuş bu dağdan. Yüksekte olduğundan herşey gözüne ufacık gözükmüş. Dertleri de öyle. Şimdi tüm sıkıntıları çözülebilir geliyormuş kendisine. Arınmış bir şekilde dağdan inip, köyüne dönmüş. Bundan sonra dertlerine üzülmek yerine çareler aramaya başlamış. Bol bol dua etmiş. Allah’ a sığınmış. Masallardaki gibi hep mutlu olmasa da dertleriyle bile mutlu olmayı öğrenmiş. Yaşayıp gitmiş…”

Bu hikayeden kendime dersler çıkarmalı mıyım, bilmiyorum. Sanırım ben de sıkıntılarımla yaşamaya alışmalıyım. Çünkü hakikaten derstsiz insanoğlu yok.

Selam ve dua ile…


İlla Dejavu İnşallah

$
0
0

Çay bahçelerine rezervasyon yaptıralım,
Buluşalım uykularda;
Başka türlüsünü kabullenmiyorsun ki…
Dozerle geleyim ben, sense dilinde bir hayır’la;
Ve yerle bir et beni.
Adil mi bu bilmiyorum,
Öyle olması da gerekmiyor;
Aşk adaletle değil, çileyle meşhur.

Rabb’imin senaryosunu tahmin etmek güç,
Kafamda binlerce senaryo…
Senli kısımların repliklerini ezberliyorum.
Kimi zamansa, ah…
Gözlerim umut tüketiyor.

Hayır seni hatırlamıyorum,
Yüzüne bakabiliyor muydum ki?
Ama senli her şeyi evet…
Frenlerimi patlatıyordun,
Durduramıyordum anlamsız gülümsemelerimi
Ve kendimi de…

Gönlüne çarklar yakışmıyor,
Arındır onu dişlilerden.
O zarafete pak bir deli gömleği giydireyim;
Akla uydurmaya kalkma, kararır.
Tek çare bu,
Kuyularına taş atayım.

GÜN AĞARMALI…

$
0
0

Umutlarım sürgün. Karanlığa köle prangalı düşlerim

Soluğumu kesiyor gece ayazı. Her solukta yaşamı içime çekmeyi isterim oysa. Her nefes koskoca bir hayat demek.

İçimde bir fırtına kopuyor. Denizle kucaklaşan rüzgar benim! Silip süpürecek fırtınam . Bu defa bir kıyamettir kopacak!…

Derken;… 

Deliboran fırtına çekiliyor, sessizliğin sinesine.Avunuyor yüreğim; kapanıp bir çocuğun yaralı ellerine.

Durmuşum umarsız. Durmuşum yolun ortasında. Durmuşum köşe başında hayatımın!

Yazı-tura oyunu mu oynamalı? 
Bir adım atmak geleceğe, ya da sonsuz bir kaçış geçmişe.

O sokakların en kuytu köşesine kaçmak! Sol yanımın kuytularına kaçmak! 

Oysa kaçtıklarımın bir yanı ben. Kendimden kaçmak, geceye karışmak acıtıyor içimi. 

Güneş doğsun istiyorum! Gün ağarmalı ki, yollara vurayım kendimi. 

Korkak oyunudur kaçmak! 
Yaşamaya cesaret etmişim bir kez, korkmam kimseden! 
Kendimden başka…

Bir de şu karabasan geceler olmasa, korkmam senden dünya!…

 

DÜŞ

IPISLIK…

$
0
0

Nisanın avucuna koydum,

bir damla gözyaşımı.

Şehir sağanağa tutuldu!

***

Kaç yol öyküsü kaldı geride?

Kaç yarım cümlesi saçıldı gidenin?

Kelime kelime…

Harf harf…

Kaçıncı kilometresinde terkedildi, 

mahcup ve mağrur umut?

Yol,

ne zaman kucak açtı gelene?

KONUK SANATÇI: Sezer Odabaşıoğlu ile söyleşi

$
0
0

 

Sezer abi, ilk olarak, şu etkileyici biyografinizi okurlarımızla paylaşmak istiyorum:

 

“01.07.1948 tarihinde Akşehir’de doğdu. Çeşitli sanatsal etkinliklerde
bulunan sanatçının şiir, öykü ve günceleri çeşitli
yayın organlarında yayınladı.
1973 yılından bu yana karikatür çizen sanatçının
ilk karikatürü Gırgır Mizah Dergisi’nde yayınlandı.
Daha sonraları Akbaba, Zühtü, Çivi, Sanat Rehberi,
Yeni Çuval, Tebessüm, Karakare, Öğretmen Dünyası, Zeytin Ülkesinde Sanat, Yeşil Akşehir ve Milliyet Sanat vb. dergilerinde yer aldı.
Akşehir (Nasrettin Hoca), Gabrovo, Vercelli, Pescara,
Knokke-Heist, Cuba, Ancona, Atina, Tokyo, Skopje,
Mexico, Pıstoıa, Beringen, Trento, Amstelveen, Belgrad,
Kruıshoumem, Duisburg, Foligno, Marostica,
Gazi Magusa, Tayvan ve vb. gibi
uluslar arası karikatür yarışma ve sergilerine katıldı.
Karikatürleri, ulusal ve uluslar arası
karikatür sergi ve albümlerinde yer aldı.
On üç kez karikatür sergisi açan sanatçının karikatürleri,
başta Tolentino Dün-ya Karikatür Müzesi’ne olmak üzere
birçok Dünya Karikatür Müzesine alındı.
Katıldığı ulusal ve uluslar arası karikatür yarışmalarında
çeşitli ödüllere değer görülen sanatçı,
ayrıca -aç çocuklara yardım- amacıyla
birkaç karikatürünün satış bedelinin
açlıkla mücadele alanında kullanılmasından dolayı
“Waddingtons Cartoon Awards” tarafından
“Onur Sertifikası” ile ödüllendirildi.
Durakta Çizgi Var, (1989),
Yaşayan Mizah Nasrettin Hoca, (1998)
ve Temiz Çevre Temiz Yaşam, (2000),
karikatür albümleri yayımlandı.
Öğretmenlikten emekli olduktan sonra
İzmir’e yerleşen Odabaşıoğlu, Karikatürcüler Derneği,
Edebiyatçılar Derneği, MESAM ve BESAM üyesidir.”

 

Lavinya Öz- Çizim albümleriniz, sergiler, BANU tarafından bestelenmiş şiirleriniz, üyesi olduğunuz dernekler, pekçok kitap kapak tasarımlarınız, katıldığınız pek çok festival… hepsine nasıl yetişebiliyorsunuz?  Varsa bir formülü bilelim?

Sezer Odabaşıoğlu-Bence, sanatın her dalı  yaşanılır bir dünya için gerekli bir aşktır, sevgidir. Dahası var olmanın anlamıdır. Bu bağlamda ben de yalnızca acizane bu anlamın peşinde koşan bireyim… Hepsi bu. Formülü de yalnızca sanat aşkı olsa gerek.

 

L.Ö- 14-29 Kasım arası KARABAĞLAR BELEDİYESİ tarafından düzenlenen “KADIN KARİKATÜRİSTLERİMİZ” serginizi dört gözle bekliyoruz. Serginin yanı sıra ben bunun; büyük ve de önemli bir proje olduğunu düşünüyorum. Böyle bir sergi fikriniz nasıl oluştu?

S.O- Düşünceniz doğru. Bu proje Karikatürcüler Derneği üyesi karikatüristleri internet ortamında tanıtmayı amaçlayan bir düşünce ile ortaya çıktı. Araştırmaya başladığımda baktım ki, karikatüristlerimizden bazıları dernek üyesi değil ama, hepimizin bildiği, sevdiği kişiler!.. Ki bu kişileri siteye almamazlık çok yanlış olurdu. Bu düşünceden hareketle, araştırmalarımı daha da derinleştirme gereği duydum. Rahat çalışabilmem için de araştırmamı bölümlere ayırma gereği duydum. “Karikatürde İlklerimiz”, “Dernek Üyeleri”, “Kadın Karikatüristlerimiz” “Ve Diğerleri” ve “KKTC’li Karikatüristlerimiz” şeklinde. Böylece ayrı ayrı dosya projeleri oluştu. İleride bu dosyalar birleştirilecek ve 6-8 ciltlik ansiklopedi formatına girecek.

Sergi fikri ise, kadın karikatüristlerimizin sayısı gitgide artınca birdenbire oluştu.

L.Ö- Sergide yer alacak isimlere bakınca oluşum aşamasının hayli uzun bir süreçten geçtiği belli, tam olarak ne kadar zamandır uğraşıyorsunuz?

S.O- Kadın karikatüristlerimizden Saadet Demir Yalçın’ın anımsatmasına göre 5 yıldır üzerinde çalışıyorum… Çalışmalarım bu hızda giderse 1 yıl sonra biter sanırım.

L.Ö- Sizin aracılığınızla ben “Karabağlar Belediyesi ve Belediye Başkanı Sıtkı Kürüm’ e teşekkürlerimi iletmek istiyorum, belediyelerimiz sanata ve sanatçıya destek verip vermeye de devam ederse daha çok ve önemli sanatsal etkinlikler var olmaya devam edecektir.

Sorum şu Sezer abi; ülkemizde adını duyamadığımız eminim ki pek çok sanatçı var kendilerini ifade edebilecek bir fırsat bulamadıkları için ya da hak ettikleri değer verilmediği için sanat kan kaybediyor bu kan kaybını önlemek için sizden çözüm sorulsa ne önerirdiniz?

S.O- Bu sorunuzu ben, kendime yıllardır soruyorum… “KARİKATÜRİSTLERİMİZ ANSİKLOPEDİSİ” projesi de bu kan kaybını önlemek adına bir çözüm olabilir mi, düşüncesinden hareketle ortaya çıktı zaten.

 

L.Ö- Pek çok yazısız çalışmalarınız da var. Bence yazısız karikatürler; zor ama çok anlamlı sizin bakış açınız nedir?

S.O- “Karikatür, çizgiyle yapılan mizahtır.” görüşünü benimseyen karikatüristlerdenim… Bu bağlamda güncellikten çok evrenselliği tercih ediyorum. Ki, bu çalışma tarzım bir anlamda dünya görüşümü de ifade eder. Yazısız karikatür, kalıcıdır, güncelliğini her zaman korur. Yazısız karikatür ise, güncelliğini bir süre sonra yitirebilir. Bu, yazılı, yazısız karikatür çizimi bir tercih meselesidir, tabii. Bu bağlamda, her iki karikatür türüne de saygı duymak gerekir. Ne yazık ki, ülkemizde, yazılı  karikatür yayını çoktur. Buna karşın yazısız karikatür yayını azdır. Yazısız karikatürleri yalnızca yarışma albümlerinde ve sergi ortamlarında görebilmekteyiz. Bu bağlamda, yazısız karikatür halen günümüzde çember kırma kaygısında ve çabasındadır.

 

 

L.Ö- GİDER OLDUK
YÜREĞİMİZ SEVDA BİZİM
SENDE GÜZEL SEVDAN
ŞU BENDEKİ İNSANLIK
SEN ONLARDASIN
SENİ YAZDIM
ŞAFAK SAYARIM

Pek çoğu, yanılıyorsam uyarın, BANU tarafından bestelenmiş şiirleriniz bunlar.
Hayatınıza ya da ruhunuza hangisi hakim oluyor; edebiyat mı karikatür mü her ikisi de farklı kulvarlar ya da bu farklı kulvarların var mı bir kesişim noktası?

S.O- Öncelikle bir düzeltme yapalım…Yalnızca “Gider Olduk ve Yüreğimiz Sevda Bizim” usta besteci ve yorumcu Banu tarafından bestelenip kasete okunmuştur. Diğerleri ise başka besteci arkadaşlarım tarafından bestelenmiştir. Bugüne değin, hep “ben” yerine “biz” diyerek evrenselliği yakalamaya çalıştım. Bu bağlamda, her iki sanatın da kesişim noktaları, bu  “ben” yerine “biz” diyebilmem olsa gerek.

 

 

L.Ö- İlk karikatürünüz Gırgır Mizah Dergisi’nde yayınlandı. Hangi karikatür, bunu görme ihtimalimiz var mı? Severek takip ettiğiniz, ya da şöyle sorayım; hani insan okurken kendini bulur ya o paragraflarda, hani kendini kaybeder bazı mısralarda, siz kendinizi kimde buluyorsunuz veya kaybediyorsunuz?

 

S.O- Ne yazık ki, yıllar öncesi arşivleme alışkanlığım yoktu… Bu bakımdan ilk karikatürümü görme şansımız yok.

Büyük yazar Yaşar Kemal’in şiirsel dilinde, yine büyük şair Nazım Hikmet’in bütün şiirlerinde kendimi kaybediyorum demeyelim de, kendimi buluyorum, diyelim.

 

L.Ö- Genç kalemlere ilham olacak bir özdeyiş istesem sizden?

S.O- Bizi, başarıya götürecek tek yol:  Sabır, araştırma ve çalışma üçlüsüdür.

L.Ö- Son olarak özel bir ricam var; daha önce hiç bir yerde yayınlanmamış bir çiziminizi istiyorum… Söyleşimize büyük bir özellik katmak adına; özellikle kadın karikatüristlerimiz sergisi ile ilgili ya da şöyle; taslaklarınızda kalan ne varsa diyeyim!

 

L.Ö- SÖYLEŞİ RUTİNİMİZİ DE TAMAMLAYALIM :)

“ANKET SORULARIMIZ”

En son okuduğunuz kitap?

S.O- En son okuduğum kitap, “Dokuz Buçukta Bilardo” Heinrich Böll

En son sinemada izlediğiniz film?

S.O- Pek sinemaya gittiğim söylenemez. Kendime ayıracak zamanım da yok zaten.

 En çok beğendiğiniz yazar ve çizerler?

S.O- Pek çok sevdiğim, beğendiğim yazar var… Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Necati Cumalı, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, John Steinbeck, Tostoly, Nikolay V. Gogol gibi pek çok isim sayabilirim şimdi.

Çizerlerimize gelince, kişilikli –imzası olmasa da tanınabilen- çizerlerimizden, Semih Balcıoğlu, Yurdagün Göker, Turhan Selçuk, Oğuz Aral, Mim Uykusuz, Necati Abacı, Erdoğan Karayel gibi… Ve daha pek çok isim sayabilirim yine.

Abonesi olduğunuz dergiler?

S.O- Abonesi olduğum herhangi bir dergi yok. Çeşitli dergiler zaman zaman adresime gönderiliyor.

 

 

L.Ö- Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler değerli SEZER ODABAŞIOĞLU

Sizi daha pekçok başarılı ve anlamlı projede daha görebilmemiz dileğiyle…
Saygılar… Sevgiler… Selamlar

S.O.- BEN TEŞEKKÜR EDERİM BAŞARILAR, İYİ ÇALIŞMALAR…

Dudak Payı

$
0
0

Susmak, beklemek;
En çetin memuriyet.
Söylemem
Hayallerimin battığı sular
Ne serin,
Dalmalar
Ne sıcak…
Şimdilik sadece
Kuş derim, toprağa konmuş;
Toprağın da konduğunu demeden.

Bilirim
Söylediklerim bir şey değiştirmez,
Ama söylemediklerim
Çok şey değiştirecektir.

Boşlukta değilim yârim,
Sadece dudak payı bıraktım.

Viewing all 207 articles
Browse latest View live